Ege Doğaç Erdoğan – [email protected] – “Artık dünya, sımsıkı kapalı bir vagondu”. Elie Wiesel, Gece adlı romanında Naziler tarafından Aushwitz toplama kampına götürülüşünü böyle anlatıyordu. Kapana kısılmış, çaresizce İsrail’in acımasız saldırılarına maruz kalan Gazze halkı da tam bu durumda. Ne zaman İsrail eleştirilse Yahudilerin cevabı hazırdır: Holokost. ABD, Hamas’ın saldırısı hakkında “mazur görülemez bir olay haklı çıkarılmaya çalışılmasın” açıklamasını yaptı. Doğru, Filistin ve özellikle Gazze yıllardır İsrail’in zulmü altında yaşıyor olsa da Hamas’ın yaptıkları dehşet verici ve kabul edilemez. Ancak Hamas’a karşılık olarak rövanşist ve intikamcı duygularla hareket eden İsrail’e de aynı standart uygulanmalı.
En kutsal değer: İnsan hayatı
Hamas’ın İsrailli sivilleri kaçırma görüntüleri dünyada infial yarattı. Empati yetisi olan herkes DEAŞ’ın eylemlerini andıran videoları görünce ürpermiştir. Kendinizi o kaçırılanların ve geride bıraktıkları yakınlarının yerine koyun, nasıl hissederdiniz? Diğer taraftan bakarsak, havadan, karadan ve denizden abluka altına alınmış, tüm çıkış kapıları kapatılmış Gazze halkının yerinde olsaydınız ne yapardınız? Şu anki krizin çözümü ve Orta Doğu’da adalet için en çok gereksinim duyulan şeylerden biridir empati. İnsanlık, Aydınlanma Çağı’ndan itibaren yüz yıllardır insan hayatını en kutsal değer olarak kabul ediyor. Hümanist düşünce küresel çapta yasalara kılavuz etmiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ilk hak olarak “yaşamak” ifade edilmiştir. Ve tabii sadece hayatta kalmak değil, insanlık onuruna yakışır bir biçimde hür bir yaşamdan bahsediyoruz. Bu hakkı Filistinlilerin elinden alan İsrail, Gazze’de yeni bir katliamın hazırlığı içinde. Empatiden uzak, intikam duygusuyla hareket edildikçe Orta Doğu kısır döngünün içinde kalmaya mahkûmdur.
Birleşmiş Milletler İsrail’i defalarca kınadı
İsrail ve destekçileri her fırsatta kendilerinin uluslararası kamuoyu tarafından tanınan meşru bir devlet olduğunu söylüyorlar. Ancak İsrail devlet aklıyla değil, duygusal feveranlar ile hareket ediyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin tam 45 farklı kararında kınanmış, kurulduğundan beri BM’nin çeşitli organları tarafından haksız bulunmuş bir devlettir İsrail. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi’nin 1947’den beri aldığı kararlara bir göz attığınızda en çok karşınıza çıkan kelimeler “condemns, strongly condemns, deplores, strongly deplores” yani kınama ve sertçe kınama deyimleridir. Peki tüm bunlara rağmen nasıl oluyor da İsrail hukuk tanımaz, Ali kıran baş kesen bir tarzda rahatça hareket edebiliyor?
Meşru haklarını arayan bir halkın dramı
Bunun en büyük sebebi İsrail’i eleştirmek ile antisemitizmin (Yahudi karşıtlığı) aynı kefeye konmasıdır. İsrail hakkında en ufak bir eleştiri yapıldığında, özellikle ABD ve genel olarak Batı’da hemen Yahudi karşıtı olmakla suçlanırsınız. İsrail mevzusunun yıllardır çözülemiyor oluşu işte bu rasyonalizmden uzak, dinci bakış açısı yüzündendir. Olayın temeli şudur: Bir insan topluluğu, bir başka insan topluluğunun yaşadığı toprakları işgal etmiştir. Tevrat’ta o toprakların birilerine vaat edilmiş olması gibi gerekçeler kabul edilemez. Uluslararası hukuk, kutsal kitaplara göre düzenlenemez! Benzer şekilde Filistin’in davası da radikal İslamcıların temsil edebileceği bir dava olmaktan çıkmalı, meşru haklarını arayan bir halkın dramı olarak görülmelidir.
Bu yazıyı, aç susuz çaresizce ölümü beklemeye zorlanan Gazze halkından bir bireymişim gibi, Hamas tarafından öldürülen, kaçırılan, rehine tutulan bir yakınım varmış gibi düşünerek yazıyorum. Bu yazıyı dünyada en kutsal şeyin insan canı ve onurlu yaşam olduğunu zihnime ve kalbime kazımış bir şekilde yazıyorum. İkinci Dünya Savaşı sırasında dünya kamuoyunu sadece oturup izlemekle suçlayan Yahudiler, bu sefer kendileri bir soykırım yapma hazırlığındayken dünyanın buna dur demiyor oluşu insanlık için vahim bir durumdur. Elie Wiesel’in kendi deyimiyle, “Nasıl oluyor da insanlar, çocuklar yakılıyor ve tüm dünya susuyordu”…